İnsanlarımızın büyük bölümü hâlâ, İslam denildiği zaman, namaz, oruç, hac ve zekatı algılıyor; Kelime-i Tevhid okumak, menkıbe anlatmak, dinlemek veya öğrenmek aklına geliyor; kurban kesmeyi, mevlid-i şerif, ilahi ve kaside..
İnsanlarımızın büyük bölümü hâlâ, İslam denildiği zaman, namaz, oruç, hac ve zekatı algılıyor; Kelime-i Tevhid okumak, menkıbe anlatmak, dinlemek veya öğrenmek aklına geliyor; kurban kesmeyi, mevlid-i şerif, ilahi ve kaside okumayı veya dinlemeyi anımsıyor ve işin ilginç yöü İslam’ı sadece bunlardan ibaret sanıyor.
İslâm kelimesi insanların zihninde sadece ölüm, kabir, kıyamet, Mizan, Sırat, Cennet-Cehennem algısı oluşturuyorsa; tehlikenin büyüklüğünü, boyutlarını düşünmek gerekir; amma ve lâkin bu iş için de akl-ı selim ve sağ duyu sahibi olmak elzemdir.
Hal bu ki, bunlar ve bunlarla beraber, İslam Nizamı aynı zamanda bir Hayat Modelidir, bir sistemdir,bir ekoldür, bir tarzdır ve Müslüaman’ların bu Modele uygun yaşamaları da bir farzdır..
Bu itibarla, İslam Dini hayatın her safhasına, yirmi dört saatin her saniyesine müdahale eder. Bu anlamda hayat ile ilgili hükümler koyar, insanları yönlendirir, yönetir ve denetler. İslamın son din ve cihanşumul olması da belki bundandır, bilemiyoruz….En doğrusunu elbette Hâlıkımız, Mevlâmız, Rabbimiz bilir.
Son iki asırdan bu yana, bu konudaki telkinler, ikazlar, uyarılar, tebliğ ve diğer çabalar maalesef olumlu neticeler verememiştir; gayretler yeterli olamamıştır.
Eğer toplumun büyük kesiminde hakim olan bu yanlış anlayış doğru olsaydı, Kur’an-ı Kerim 50 veya 100 ayetten ibaret olurdu. Gel gör ki, Kur’an-ı Kerim’de çok önemsediğimiz bu dört ibadetle ilgili 140 civarında Ayet-i Celile bulunurken, ilimle ilgili yaklaşık yedi yüz Ayet-i Celile, cihad ile ilgili ise beşyüzden fazla Ayet-i Celile bulunmaktadır. Ama tüm bu bilgiler, şuurlu Müslümanların tebliğ ve irşad faaliyetleri dahi, o yanlış Müslümanlık algısını değiştirmeye yetmemiştir, yetememiştir meattessüf.
Bu hormonlu, GDO’lu ve hatalı anlayış bizlere, Tanzimat döneminin, laiklik anlayışının, çağdaşlaşma, batılılaşma ve modernleşme zihniyetinin kokuşmuş hediyesidir, sevimsiz ve ucube bir hediye; hem de içimizdeki sözde, yapmacık, şuursuz, ahmak ve iş birlikçi Müslümanlar eliyle ve onların gayretleriyle…Şu andaki bu algının sebebi cehalet, ama cehaletin sebebi de o süreçtir. Bu yanlış algı, Müslümanlar olarak avucumuza sıkıştırılmış ve adeta yere atılması yasaklanmış patlamaya hazır atom bombası, nükleer başlıklı füze gibidir, ne bırakabiliyoruz, ne de ondan kurtulabiliyoruz. Kelimenin tam anlamıyla yandık, kavrulduk…
Bu tabuları yıkmak, tarumar etmek, hakiki İslam inancını gönüllere nakşetmek aslında olamayacak bir iş değildir. Fakat malum baronlar, bir kısım kanaat, cemaat, tarikat önderleri; bazı sanatçılar, akademisyenler, siyasetçiler, yazar-çizerler, ticaret erbabı, sanayiciler vs. bunun önünde büyük bir engel; zira çıkarları, menfaatleri bunu gerektiriyor.
Bu etkenlerin başında da şüphesiz ki temeli şirk ve küfre dayanan mevcut gayri İslami sistem geliyor. Sistemi yürütenler ve böyle sürmesini talep edenler biliyorlar ki, insanlar gerçek İslam’la tanıştıklarında kendileri bundan zarar görecek, menfaatleri yok olacak, rahatları bozulacaktır.
Bu konuda ve fikir bazında beyinlerde, gönüllerde bir ihtilal, bir değişim, bir devrim, bir yenilenme elbette gereklidir. Ama şu da bir hakikattir ki,o değişimi, devrimi, yenilenmeyi, ihtilâli yapacak olan şuurlu Müslüman’ların sayısı şimdilik yeteri kadar değildir. O sayıyı artırmak her Müslüman’ın aslî görevidir, fakat görevinin bilincinde olanların sayısı da şimdilik azdır.
Her ne kadar sayılar, zafer için yegane şart olmasa da, önemli bir etkendir. Biz biliriz ki Rabbimiz, olaylara, hadiselere kullarını vesile kılar. Müslümanlar olarak bizim inancımıza göre hadisenin aslı esası da budur.En azından, bu yolda mücadele ve mücahede eden, cihad eden insanların moral-motivasyonu açısından büyük önem arz eder.
Allah sonumuzu hayrede…Selam ve dua ile….
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)