Bu sabah başka bir hüzne talip gönül. Aylardan Eylül günlerden sen. Yüreğime sağanak misali Eylül yağmurları yağıyor. Sabahın seher vakti, sisli puslu bir hava ve dede yadigarı köy evinde küçük..
Bu sabah başka bir hüzne talip gönül. Aylardan Eylül günlerden sen. Yüreğime sağanak misali Eylül yağmurları yağıyor. Sabahın seher vakti, sisli puslu bir hava ve dede yadigarı köy evinde küçük ahşap pencerenin önünde oturuyorum. Gözlerim buğulu yollara bakıyor. Kocaman bir sessizlik kaplıyor içimi. Sabahın ilk ışıklarına doğru belirli belirsiz hayalin geliyor gözümün önüne kâh var oluyorsun kâh yok. Masallardaki gibi “bir varmış bir yokmuş” diye bitiyor başlaması gereken aşk hikayesi.
Sana sesleniyorum uzaklardan, sana haykırıyorum avazım çıktığı kadar sesim kısılana kadar. Duyan olmuyor bu haykırışı. Alıyorum elime kalemi kâğıdı en iyi bildiğim işi yapıyorum. Başlıyorum sana hasret kokan satırları yazmaya. Her bir satırımda duyguya kattığım harf oluyorsun. Kelimelerim ve her cümlem içimden sana haykırışım yakarışım oluyor. Ve bilmeni istiyorum, tüm içtenliğimle yazıyorum bu satırları. Belki bir gün okursun, duyarsın ve beni anlarsın diye…
Vefasızlığın, boş vermişliğin, kıymet bilmemezliğin geliyor aklıma, ahhh! Diyorum ah! Böylemi olacaktık? Oysa ki herkes sevmeyi, aşkı ve vefayı bize ne güzelde yakıştırmıştı. Dost meclislerinin konusu nazar boncuğu bizken, sormadın neredeyim, sormadın sensiz güldüm mü, yaşadım mı öldüm mü? Oysa ki hiç sırtımı, yüreğimi ve kalbimi dönüşlüğüm de olmadı sana. Vefanın semt adı olduğunu yaşayarak öğreniyorum. Zaman sonra anlıyorum yaşadıklarımın bir “hiç” den ibaret olduğunu.
İnsan ömrüne Kaç mevsim sığar ya da bir ömür kaç mevsimliktir bilemiyorum.
Sen, yaşadığım en güzel dört mevsim, yüreğime ekip, göz yaşlarımla beslediğim en büyük sevdaydın. Baharda yağmurum yazda güneşim. Karanlık sokaklarda yolumu aydınlatan ay’ım, bahçemde güllerim dağlarda mor sümbülüm. Derelerde akar suyum denizlerde yakamozdun.
Gün oluyordu bazen gezegenler kadar uzak, gün oluyordu aldığım nefes kadar yakındın. Uyurken son hatırımda uyandığımda aklımdaki sendin. Uzak diyarlara türküler yaktığım şarkılardan fal tuttuğum isteklerimdin. “Elbet bir gün kavuşacağız” diyordu şarkı. Elbet bir gün hayaliyle ömür tükettiğim ömrüme ömür kattığım sendin.
Belki bir sesini duyarım diye telefonun başında beklediğim, bir sürpriz yapar karşıma çıkar diye ümit ettiğim sendin. Oysa ki bir merhaba deyişinle gelip konacaktı yüreğime bahar. Kış olan gönül bahara, yaza ve güneşe o çok sevdiğimiz dağlara kavuşacaktı. Ilgıt ılgıt esen meltem rüzgârı savuracaktı kokunu, cemre diye havaya suya ve toprağa düşen sendin. İçime çeke çeke kokladığım havam, suyum ve nefesimdin.
Uçsuz bucaksız okyanusların ortasında, yunuslarla yarışır, denizin dalgalarıyla dertleşir buluyorum kendimi. Bir ırmak kenarında söğüt ağacının altında hasret türküleri söylüyor buluyorum. Korkutmuyor yalnızlık beni artık. Korkmuyorum gecenin ıssızlığından ormanın karanlığından. Doğanın yeşili denizin mavisini yoldaş ediyorum kendime. Seni anlatıyor her yaprağın rüzgâra savruluşu hırçın dalganın ayaklarıma vuruşu. Bir zaman sonra sensiz ve sessiz dans ediyorum beyaz köpüklü dalgalarla. Bilmediğim bir çölün kızgın kumlarına alıp savuruyor beni…
Issız, sessiz uzaklarda bir sahil kasabasındayım. Güneşi batırıyorum deniz üstü salaş bir mekânda…
Hafiften müziğin tınısını duyuyorum. Müslüm baba çalıyor. Elimi havaya kaldırıp iki parmağımla garsona gel işareti yapıyorum.
“Şefim ses verrr!” Tamam dercesine kafasını yana eğiyor. “Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde” derken efkâr basıyor, gözlerim dalıyor uçsuz bucaksız denizin derinliklerine. “Ne yaptımsa seni unutamadım” diye bitiyor şarkı. Şarkıyla birlikte ben de bitiyorum, tükeniyorum…
Ferdi babanın sesi yankılanıyor ardından. Dünyanın en büyük orkestrası eşlik edercesine söylüyor sanki; “Riyakâr olmanın anlamı var mı? Beni sevdiğinde söyle yalan mı?”
“Açç diyorum” garsona “biraz daha aç sesi…” İliklerime kadar hissediyorum vefasızlığı, aldanılmış lığı, riyakarlığı. İnsan gitmek istiyor bazen, giderek geçmeyeceğini bile bile…
Anılar, hayal kırıklıkları, hatıralar ve en önemlisi kalp, sen nereye gidersen birlikte seninle geldikten sonra gitmek hiçbir işe yaramıyor.
Dalıp gidiyor gözüm uzaklara, kanadı Kırık kuş gibi gönül. Güneş mi beni batırıyor ben mi güneşi bilemiyorum. Tam “boş verrrr!” derken, fonda İbo’nun sesi yankılanıyor “Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” işte o an, sevdaya dair bugüne kadar koyduğum tüm virgüller noktaya dönüşüyor…
Kurduğum hayal sona eriyor, gerçeği irdeliyor duygularım. “Bir tek dileğim var mutlu ol yeter.” Diyen ses beni kendime getiriyor. Bırakın gitsin diyorum kalbime. Duygular yerini yaşadığım hayal kırıklığına bırakıyor, hüzün yine kapımı çalıyor. Gözlerimden Eylül yağmuru misali yaşlar nasıl da dökülüyor sen bilemezsin.
Ne demişti Kızıltuğ; “bir kaşınan bir gözünen insan olmuyor. Ben bu deliye sevmeyi öğretemedim. Ele gelen bahar bize gelmiyor ben bu zalime sevmeyi öğretemedim.” Öğretmekle sevginin olmayacağını anlıyorum. Yaşamadıktan, hissedemedikten sonra, vefa olmadıktan sonra sevgi neye yarar aşk neye yarar. Halbuki sevmek emekti mücadeleydi tek canda tek yürek olmaktı, sevgi vefaydı, zor anlarında aramak, sormak yanında olmaktı. Ama ben sana sevmeyi öğretemedim.
Eylül yağmurları yağıyor yüreğime…
Eteklerine papatyalar serpilmiş beyaz gelinliğiyle o yakılmaz dediğim yüce dağların zirvesine benzeyen ben. Ne kadar da güçsüz, kırılgan ve kalbine yenik bir insanmışım meğer. Bir dağ başı yalnızlığı yaşıyor kalbim. Yumruklarımı sıkıyor, avazım çıktığı kadar tekrar tekrar bağırıyorum vefasızlığını. Karşı tepelerden sesim yankılanıyor. Benim haykırışımı tekrar ediyor dağlar. Sesimin yankısıyla çığlar düşüyor yüreğime.
Gel desem gelemezsin, gel desen ayaklarımda hasret ve öfke prangaları vurulmuş. Gözlerime hapsettiğim yaşlar ve yüreğime tekrar tekrar sağanak misali Eylül yağmurları dökülüyor. Değişiyor mevsimler, tüm cömertliğiyle yeniden geliyor bahar. Yeniden yeşeriyor dünya. Günler, haftalar aylar ne çabukta geçiyor. Bir yarım hep eksik bir yanım hep sensiz kalıyor. Öksüz kalan sol yanım çığlık çığlığa susuyor.
Gör istiyorum! Bil istiyorum! Duy istiyorum!
Ama insan oğlu nankör işte! Görmez, bilmez ve duymaz. Menfaati bitenin sevgisinin de bittiği bir dünya işte! Yüreğime sağanak misali Eylül yağmurları nasıl da yağıyor. Her damlası sen, her ıslanışım aşk.
Yağmurlar yüreğime yağıyor. Yağmurlar yüreğime ağlıyor…
Ardından güneş teselli edercesine tekrar doğuyor. Bak, yine aylardan Eylül yine eylül yağmurları yağıyor yüreğime ve sen bunu bilmiyorsun asla da bilmeyeceksin. Dünyanın bile döndüğü evrende sen bir daha hiç dönmeyeceksin…
Sağlıcakla…
Damga gazetesinden alıntıdır.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)