İmece ne derin ve ne anlamlı bir kelimedir. Köylerde yılın 12 ayında tüm köy halkının, birlik ve beraberliğini ifade eder. Köy halkının, ücretli işçi çalıştırmasının ayıp sayıldığı zamanları simgeler. Herkesin tek yürek olarak tarlasında, bağında ve bahçesinde birbirilerine destek vererek ürünlerini el birliği ile hasat yaptığı zamanların vazgeçilmez dayanışmasını anlatır.
“Avrupa bizi kıskanıyor” cümlesindeki gerçek söylemi o dönemlerde yaşamışız meğer. Köy hayatı ve dayanışması, Kuruluş Savaşında tek yürek olarak kazandığımız mücadelenin devamı gibiydi. Birlik ve beraberlik içinde yıllar boyu süren dayanışmalar siyasi çıkarlar için yok edildi. Köyleri bitirme projeleri köy enstitülerini kapatmakla başladı.
Köy enstitüsü, 1940 yılında kurulan ve Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere tasarlanmış bir devlet projesiydi. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesi sadece öğretmen yetiştirmekle kalmıyor, tarım yetiştiriciliğinde de çığır açmıştı. Tüm öğrenciler şeker pancarı, buğday, mısır gibi temel gıdalarda en üst uygulamalı bilgilerle donatılmıştı. Donanımlar ve bilgi sadece temel gıdalarda değildi tabii. Meyve ve sebze yetiştiriciliği, ağaç işleme ve mobilyacılık, hayvancılık ve süt ürünleri faaliyetleri, aklınıza ne gelirse usta ellerde eğitim ve öğretim görerek ülke ekonomisine tarifi imkânsız bir etki yaratmışlardı.
Köy enstitüleriyle başlayan kalkınmalar, siyasetin arsız, çıkarcı ve rant uğruna feda edilmesiyle “köyleri bitirme” projesine döndü. Bugün çokça dillendirilen “dış güçler” lafı o zamanın eseridir. Aslında dış güçlerden daha çok “iç güçlerin” eseriydi. Çünkü; köylü şehirlere, ücretli köleliğe ve cehalete sürüklendi. Fabrikalarda üç beş kuruşa garanti maaş adı altında paralarla tembelliğe ve hazırcılığa alıştırıldı.
Her köyde bir okul, bir dispanser ve bir de cami vardı. İlk olarak sağlıkla işe başladılar. Dispanserler kapatıldı. Doğum yapan kadınlarımız ebe bulamadı. Kırık ve yaralanmalarda çiftçilerimize müdahale edecek kimse kalmadı. Ve en önemlisi okullarımız kapatıldı. Çocuklarımız eğitim ve öğretimlerine devam edebilmek için şehirlere göç etmeye mecbur bırakıldı. Kalan ise sadece bayramdan bayrama cemaati olan camilerimiz oldu.
Emekli olan insanlarımızın, aldıkları maaşlarının yetersizliği ve haklı isyanına, geçen günlerde devlet erkanının bir söylemi olmuştu. “Emekli olanlar köylerine dönsün.” Bu lafa hem güldüm hem de kızdım. Çocukluğu köyde geçmiş bir gazeteci olarak düşündüm. Köyde ne yapabilirim? Köyde evler harabe, tarım arazileri dağ olmuş, hayvan yetiştirmek pahalı ve uzun süreç ister. Ve en önemlisi “imece” yani insan dayanışması, birlik ve beraberlik ruhu kalmadı.
Köylüyü şehirlere mahkûm eden siyasi zihniyetler, kurtuluşu yine köylerde arıyor. YÖK denetleme kurulana atanan bir profesörün sözleri aklıma geliyor: “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” demişti. Okul olmayan, sağlık olmayan, tarımla ilgili bilgi ve beceri aktaracak eğitimcileri olmayan köylere dönmemizi istiyorlar. Siyaset cahilleri sever, bilgisizleri sever, ne söylersek inananları sever, sorgulamayanları sever diyemiyorlar. “Köylü Milletin Efendisidir” diyen bir Mustafa Kemal kadar köylünün dilinden anlamıyorlar. Anlamanın; menfaati ve siyaseti bir kenara bırakıp önce vatan, millet ve toprak sevdasından en önemlisi kalpleri kazanmaktan geçtiğini bilmiyorlar.
Sağlıcakla…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)