Cinsiyeti, yaşı, ırkı, inancı ve kültürü her ne olursa olsun, istisnasız olarak bütün insanlar dünya üzerinde mutlu ve huzurlu olarak yaşamak isterler. Bu istek ve arzu gayet doğaldır, doğuştan gelen..
Cinsiyeti, yaşı, ırkı, inancı ve kültürü her ne olursa olsun, istisnasız olarak bütün insanlar dünya üzerinde mutlu ve huzurlu olarak yaşamak isterler. Bu istek ve arzu gayet doğaldır, doğuştan gelen bir duygudur, fıtratın gereğidir. Mutluluk göreceli bir kavramdır, yani kişiden kişiye, toplumdan topluma farklılık gösteren bir histir. Bazı insanlar mutluluğu makam ve mevkide, bazı insanlar şan ve şöhrette, bazı kişiler mal-mülk ve servette, bir kısım insanlar evlilikte, bazıları da maneviyatta ararlar. Bu olay insan olmanın, farklı düşüncelerin, değişik ideallerin neticesidir, normal karşılamak gerekir.
İnanç dünyaları, yetişme tarzları, kültür ve medeniyeti, ideal ve arzuları bizden değişik olan gayri Müslimlerin, farklı iklimlerde ikamet eden başka bölge insanlarının analizlerini yapmak, doğru bir şekilde yorumlamak, iç dünyalarını yansıtabilmek bizim için epeyce zordur, ama inanan insanlar olarak bizim mutluluk kavramına yüklediğimiz mana ve mutluluk anlayışımız üç aşağı-beş yukarı aynıdır, en azından birbirine yakındır. Zira kültür ve medeniyetimiz aynıdır.
Bize göre mutlu yaşamanın ilk ve vazgeçilemez şartı, hayatı nefsânî ve şeytânî hislere göre, heva ve hevesten kaynaklanan prensiplere göre değil; Rabbânî ve Peygamberî talimat ve ölçülere göre şekillendirmekten, böyle düzenlemekten geçer. Zira kâinatı ve insanları halk eden Allah (cc) olduğuna göre, insanların ihtiyaçlarını, gereksinimlerini ve mutluluk reçetesini de en iyi bilen O’dur. Bu anlamda Mevlâ’mız dünya ve ahiret saadet ve mutluluğu için gerekli kural ve talimatları ilâhi kitaplarla bildirmiş, Peygamberler de pratik olarak bunları hayata tatbik ederek, insanlara uygulamalı olarak öğretmişlerdir. O halde, hayatın yol haritasını çizerken bu kıstasları ölçü koyanlar iki cihan saadetini, huzur ve mutluluğunu elde eder, kurtulur; kendi arzularına, ölçülerine, nefsine göre hayatına şekil verenler iki dünyada da perişan olurlar, kaybederler.
Dizel motoru olan bir otomobilin deposuna benzin doldurularak, verimli bir şekilde kullanıldığı görülmüş bir vakıa değildir, fazla söze gerek yok. Allah’ın yarattığı insanın, Allah’ın yarattığı dünyada, O’nun yarattığı nimetlerle beslenmesi ve mutlu olması için, elbette O’nun koyduğu kurallara uyması gerekir. Bunun hilafına hareket edenler mutlu yaşadıklarını zannetseler de, onların bu zannı gerçek mutluluğu bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bunun ispatı nedir? Diyen olur mu bilmem, ama böyle düşünenler var ise, söylenecek tek şey var: Bu hal ispat edilmez, ancak yaşanır. Hayatında bal yememiş olan insana balın tadını nasıl anlatabilelim? Mutlu olmanın tek ve gerçek yolu budur, ama gözden kaçırılmaması gereken iki ayrıntıyı da açıklamakta fayda var:
Bunlardan birincisi, huzurlu bir hayat yaşamak ve saadete nail olmak isteyen insanlar, dünyaya ait konularda kendilerinden geride olanları örnek almalıdırlar. Çünkü: mal-mülk edinmenin haddi hududu yoktur. Rahmet ve merhamet Peygamberi olan Efendimiz(sav): “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikincisini ister, ikincisi olsa üçüncüsünü ister; nihayet insanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur” buyurmaktadır. İnsan bu konuda, kendinden önde olanları örnek alırsa, maddi arzu ve isteklerin sonu olmadığından, hiçbir zaman istediklerini tam olarak elde edemez ve dolayısıyla huzursuz olur. Nitekim dünyanın en zenginleri bile, daha çok kazanma arzularından vazgeçebilmiş değildirler. Bu nedenle, dünyaya ait maddi konularda kendinden fakir olanları düşünüp, sahip olduklarına şükredenler huzur bulurlar ve mutlu olurlar.
İkinci ayrıntı ise: İnsanlar Âhiret’e ait meselelerde, yani manevi konularda kendinden önde olanları örnek almalı; Salih amellerde bulunmada, hayır-hasenat yapmada, takva sahibi, ihlas ve şuurlu olmada, cihad hareketlerine iştirak etmede, dini tebliğ ve davet hususunda gayret sarf etmede birbirleriyle yarış halinde olmalıdırlar. Bu konularda kendinden geride olanları örnek alanlar miskinliğe, tembelliğe düçar olurlar ve neticede dünya imtihanını kuvvetle muhtemeldir ki kaybederler. Çevremize dikkatlice sarf-ı nazar edersek, bu hakikatlere şahit oluruz, gerçekleri ayan-beyan görürüz. Bir şartla ki, o da hadiselere İslâmî kurallar dahilinde bakmalıdır, tabir yerinde ise, kalp gözü görüyor olmalıdır.
Selâm Hak’ka tabi olanlara….
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)