Tarihin akışı içinde, varlıklarını sürdürmek ve geleceğinden emin olmak isteyen milletler benliğine, kimliğine, kültürüne, medeniyet anlayışına, inançlarına sahip çıkmak; gelenek ve göreneklerini, örf ve adetlerini, ahlâki ilkelerini ve manevi değerlerini..
Tarihin akışı içinde, varlıklarını sürdürmek ve geleceğinden emin olmak isteyen milletler benliğine, kimliğine, kültürüne, medeniyet anlayışına, inançlarına sahip çıkmak; gelenek ve göreneklerini, örf ve adetlerini, ahlâki ilkelerini ve manevi değerlerini muhafaza etmek zorundadır. Zira, başkalarını taklit eden, kendisine değer vermeyen, aşağılık kompleksine kapılan toplumlar zaman içinde yozlaşır, pısırıklaşır, korkaklaşır, dejenere olur, öz güvenini kaybeder ve neticede tarihin sayfalarından silinip gider. İnsanlık tarihinin asrî mezarlığı, bu minval üzere yok olan kavimlerin cesetleri ile doludur, örnekleri saymakla bitiremeyiz.
150-200 seneden beri, güya batılılaşma- çağdaşlaşma özlemi ve muasır medeniyetle özdeşleşme emeli uğruna, millet olarak böyle müzmin bir hastalığa yakalandığımız bilinen acı bir gerçektir. Teşhisi konulmamış görüntüsü sergileyen bu hastalığın tedavisi için bir gayret sergilenmediğinden, gün geçtikçe daha da kötüye gittiği ise ayrı bir vakıadır. Özenti ve taklitçilik bu güne değin hiç kimseye bir fayda sağlamamıştır, ama gel de anlat, anlatabilirsen eğer! Nitekim kültür istilası, işgalden hem daha masrafsız ve kolaydır, hem de daha sinsi ve tehlikelidir. Sadece bir yılın bitişi ve yeni bir yılın başlamasından ibaret olan ve biz Müslümanlar için bunun dışında hiçbir anlam taşımayan yılbaşı kutlamalarından birisine daha şahit olacağız. Eğlence denilen masum bir hadisenin, kutlama kılıfına büründürülerek, günah ve isyan festivaline nasıl dönüştürüldüğünü ibretle ve hayretle idrak edeceğiz. Tarihimizle, kültürümüzle, geleneklerimizle, inancımızla uzaktan yakından hiç bir ilgisi olmayan ve tamamen Hristiyanlara özgü bir geleneğin, nasıl şuursuzca sahiplenildiğine ve hatta daha da ilginci “kraldan da kralcı“ bir aymazlığa yol açtığına tanıklık edeceğiz, istemesek de.
İşin aslına bakılırsa, bu “günah ve isyan çılgınlığı”nın Hz. İsa(AS) ile ilgi ve alakası da yoktur. Çünkü Hristiyanlar bu kutlamaları Hz.İsa(AS)ın doğum gününe atfetseler de, gerçekte Hz.İsa(AS) 1 Ocakta değil, 25 Aralıkta dünyaya teşrif etmişlerdir. Velev ki, O yüce Peygamber 1 Ocak doğumlu da olsa, Peygamberin doğum gününde bu mel’anetler, bu rezaletler yapılabilir mi? Günah işleyecekseniz, gidin başka bahane bulun, Allah’ın Peygamberini isyanınıza alet etmeyin, zerre kadar insafınız var ise. iman olmayan kalpte insaf olur mu? Şu gerçek iyi biline ki, Hz.İsa(AS) İslam’ın peygamberidir. Biz Müslümanlar, “(Habibim) Biz seni (ancak) Alemlere rahmet olarak gönderdik” hitabına muhatap olan Hz.Muhammed(SAV)e nasıl iman ediyorsak, diğer tüm peygamberlere aynı şekilde iman ederiz, birini diğerlerinden ayıramayız. Diğer bütün peygamberler gibi, Hz. İsa(AS)da İslam’ı getirmiş ve tebliğ etmiştir. Zira Allah katında İslam’dan başka din yoktur. Dolayısıyla O Yüce Peygamberi kirli emellerine alet eden, istismar eden, rencide eden, yanlış anlayan ve anlatan bu sapık insanları, bizler taklit değil, ikaz etmek ve uyarmakla mükellefiz aslında. İman ettiğimiz bir Peygamberin adı kullanılarak yapılan bu çılgınlıklar bizleri rahatsız etmeli, huzursuz etmelidir. Dindar olanıyla-olmayanıyla, bu ülkede yaşayan herkes (% 1 oranındaki gayri Müslimler hariç) herkes, övünerek Müslüman olduğunu söylüyor ve Müslümanlığına da asla toz kondurtmuyor. İnsanlar kendilerini nasıl tarif ve beyan ediyorlarsa, biz ona itibar ederiz, etmeliyiz. Çünkü İslam itikadına göre irade beyanı esas kabul edilir. O halde “Bu ne perhiz, bu ne turşu” demezler mi adama?. Dini inançlarımıza göre, eğlencede aşırıya kaçmak, haramlarla iştigal etmek yasaktır. Öyleyse, bu hâl ne? Gayri Müslimlere benzemek İslam itikadına göre haramdır, hatta ibadetlerde bile durum böyledir. İşin bu noktasında “(Habibim) Sen, muhakkak üstün bir ahlak üzerindesin” hitabına muhatap olan, dünyanın ve ahiretin Efendisi(SAV)in bir Hadis-i Şerifi’ni nakletmemiz gerekir.Buyuruyorlar ki: “Kim bir kavme benzemek isterse, o kavimdendir.” O halde, Müslümanın görevi: yanlış yapana uymak değil, yanlış yapanı uyarmaktır. Laf ile peynir gemisinin yürümediğini, birbirimize mütemadiyen tekrar etmenin gereği ve faydası var mıdır?
Bu işin sosyal boyutu, kültürel boyutu, iman boyutu vardır; ancak, detaylara girme imkânımız yok. Ancak, beyinlere bir soru işareti koymak adına, bir hatırlatma yapalım. Kurban Bayramlarında, ibadet amacıyla, fakir- fukaranın da sevindirilmesi babında, dindar ve mütedeyyin insanların kestikleri kurbanları “hayvan katliamı” olarak algılayan ve acımasızca eleştiren kişilerin; yılbaşında yapılan çam ve hindi kıyımlarını niçin görmezden geldikleri ve sorgulamadıkları iyi düşünülmeli ve muhasebe yapılmalıdır. Muhasebe demişken devam edelim: Akl-ı selim sahipleri sık sık nefis muhasebesi yapmalıdırlar. Muhasebesini iyi yapamadığından iflas eden tacirin hazin durumuna düşmemek için, yatağa yatıp, uyumayı beklerken, nefis ile hesaplaşmak gerekir: ”Bu gün Allah için ne yaptım?”
Şunu asla unutmayalım:“ hikmet ve gizem dolu bu dünya bir hayat mektebidir. Bu mektebin Muallimi Hz.Muhammed(SAV), ders kitabı Kur’an-ı Kerim, öğrencileri tüm insanlardır. Bu mektepten mezun olanlar Cennet’e, olamayanlar Cehennem’e razı olmaya mecburdur.” Dünya ve ahiret mutluluğu için, Müslümanca inanmak ve Müslümanca yaşamak gerektiğini asla unutmamak gerekir. Fani dünyanın geçici ve aldatıcı zevkü sefası için, haramlara eğlence kılıfını geçirmek ve nefsin kötü arzularına uymak ancak sahibini aldatır, perişan eder. Her ne kadar “keskin sirke küpüne zarar verir” dense de, biz her şeye rağmen, hiçbir küpün zarar görmesini arzu etmeyiz. Uyarılarımızın tek amacı da budur, Son pişmanlığın geçer akçe olmayacağı hesap gününde, kimsenin cehennem’e mecbur olmasını arzu etmiyoruz, hepsi bu. İdrak edeceğimiz miladi yeni yılın, insanlık için hayırlara vesile olması, barış, huzur ve mutluluk getirmesi dileği ile.
Selam ve dua….
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)